Yorgun, stresli bir şekilde iş seyahatinden dönmüştüm. Biraz müzik dinleyip, birkaç kitap karıştırıp, birkaç satır karalamak için kendimi zor atmıştım odama... Ferhat Göçer'in son albümü Yolun Açık Olsun’u koymuştum CD çalarıma ve Sezen Aksu’nun sözlerini yorumlayan GİDEMEM şarkısının nakaratında;
"Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem, gitmem
Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir
Acının insana kattığı değeri bilirim küsemem
Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir"
derken Ferhat Göçer fazla bağırıyormuş ki komşumuz çaldı kapıyı "Salih, üniversite giriş sınavlarına hazırlanıyor. Lütfen Ferhat’ın sesini kısın biraz..." Komşumun yüzünde kızgınlıktan daha çok kaygı ifadesi vardı. Çok yorgundum. "Peki..." dedim ve odama döndüm. Masamın başına geçtim. 32 yıl öncesine döndüm; Etiler Nispetiye Caddesi'nde şimdiki Emekli Sandığı Huzur Evi'nin yerinde baharla birlikte kuş cıvıltıları içinde bahar dallarının açtığı yemyeşil, kocaman bir arsa vardı. Kiracı olarak oturduğumuz Çanakkale Seramik Evleri'nin hemen yanında bizim balkonda da rahatça görülen bu arsada bir voleybol sahası yapmıştık. Kabataş Erkek Lisesi son sınıf öğrencisi Tevfik, 1975 Nisan ayı bir cumartesi günü oyunun en tatlı yerinde rahmetli babam: "Tevfikkkkkk! Hadi akşam oldu! Yukarı gel. Test çözeceksin daha..." Bütün mahalle biliyordu artık üniversite sınavına gireceğimi bu anonstan sonra. "Azrail ya bu adam başımda!" diye söylenerek ayrıldım sahadan. Dershaneye gidememiştim, bununla birlikte Büyük Dershane’nin üç kalın soru kitapçığından hazırlanıyordum. Babam, benim için hedefi koymuş, stratejileri belirlemiş ve kontrolü de ele almıştı. Çok kaygılıydı adamcağız ya kazanmazsam diye... Ben mi? Benim yerime kaygılanan vardı... Bizim evde teyakkuz hali vardı. Ne müzik, ne televizyon. Yasak... Arada volta atma izni vardı. Salih gibi stresim içindeydim.
Doğan Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı kitabının sözlük bölümünde kaygıyı şöyle tanımlar: Belirsiz bir korkunun ya da kötü bir şey olacağına dair hissin sürekli baskın olduğu psikolojik hal.
Yıllar geçti. Dört yıl önce oğlum Onur üniversite sınavına girecekti. Eşim ve ben de Salih’in annesi ve babam gibi kaygı içindeydik. Onur mu? Salih ve Tevfik gibi stres içindeydi.
Evet, milyonlarca anne-baba çocuğunun ÖSS'de başarılı olup istediği bir bölüme girmesini istiyor. Hatta birçoğu açıkta kalmasındansa herhangi bir üniversiteye girmesini arzu ediyor. "10 kişiden iki kişi olmak ya da olmamak. İşte bütün mesele budur." derdi şimdi yaşasa Shakespeare.
Kaygı(endişe), stres bulaşıcıdır. Sepetteki çürük elma misali diğerlerini de çürütür.
Salih’in annesi kaygılı "Bizim oğlanın motivasyonu çok düştü." der. Ayşe’nin babası "Bizim kız çok hırslı, çok çalışıyor; ama yüz soru da 90 tamı var. 100 de 100 yapamıyor. Ağlıyor, stresi çok fazla..."
Peki, motivasyon nedir? Stres nedir? Hırs nedir?
Hedefi belirledikten sonra omurilik soğanından bedene bir enerji yayılır. Bu enerjinin olumlu olmasına motivasyon denir. Eyleme dönüştürülen enerjiye performans denir. Hedefimizi gerçekleştiremez, bir engelle karışılacağımızı düşünmeye başladığımızda eyleme dönüşmeyen enerjiye stres denir. Hırs, negatif bir duygudur. Sebepleri görmezden gelip direk sonuca odaklanmamıza neden olur.
Sabah saat 9.00'da sevgilinizle buluşmak gibi bir hedefle yattığınızda, kurduğunuz saatin alarmı çalmadan uyanırsınız. İçiniz içinize sığmaz. Aracınıza bindiniz, yola çıktınız trafik felç. Trafik adım adım... Sürekli kornaya basarsınız. Hedefe ulaşmadık; motivasyon yok. Performans yok. Vücudumuzda hedef için oluşan enerjiyi kullanmadığımız için kornaya basarak boşaltmaya çalışıyoruz.
Hedef belirlemekten söz ettik.
Peki, hedef nedir?
Biz isteriz. Sabah kalkarız kızarmış ekmek isteriz, sucuklu yumurta isteriz, kız arkadaşımızla sinemaya gitmek isteriz, arkadaşın son model cep telefonundan isteriz, çocuğumuzun doktor olmasını isteriz, son model laptop isteriz, CD çalar isteriz, İstanbul’da Boğaziçi Üniversitesi'ni kazanmak isteriz, NBA'de basketbol oynamak isteriz, isteriz, isteriz...
İsteklerimizden birine karar verdiğimizde o hedefimiz olur. Eğer bir hedefiniz olursa tüm isteklerinizden vazgeçersiniz.
Bisiklet almak için para biriktirdiğiniz zaman CD almaktan, sık sinemaya gitmekten, çikolata almaktan vazgeçersiniz.
İstemenin sonu yok. Hedefleriniz olmalı. Hedef koymak gerek.
Anne ve babayı kaygıya düşürmemek, üniversite öğrencisi olacak adayı strese itmeyecek yaklaşımlardan biri doğru hedef belirlemektir.
Peki, hedef nasıl konur? Hedef koyma stratejileri nedir?
Hedefiniz olumlu mu, mantıklı mı, ulaşılabilir mi, kontrol etmek sizin elinizde mi?
Anneler ve babalar; çocuğunuzun üniversitede okumak istemesi kimin hedefi? Sizin mi? Çocuğunuzun mu? Eğer hedef sizin ise siz dershaneye gidin. Peki, çocuğunuzu tanıyor musunuz? Çocuğunuzun temsili sistemlerinden(görsel, işitsel, dokunsal), **** programlarından(iç referans odaklı, dış referans odaklı, içsel, dışsal), beyninin sağ ve sol lob özelliklerinden haberiniz var mı? Ortaokuldan beri "Benim kızım mimar olacak.", "Benim oğlum doktor olacak." diye yönlendirdiğiniz çocuğunuz istemeden etkilenecek ve yanlış mesleğe yönelecektir.
Hiç unutmam, oğlum Onur yeni yürümeye başlamıştı. Sokaktan eve gelirken elimi bırakıp merdivenlere yöneldi. Adımı yetmedi. Dengesini kaybeder gibi olduğunda anneannesi kucağına alıp merdiveni aşmasına yardım etti. Onur ne zaman merdiven görse yere oturup kucağa alınmayı bekledi. Beş yaşına gelinceye kadar köfte, et, ekmek gibi sert gıdaları çiğnemedi. Anneannesi ona her şeyi püre yapıp kolay yutmasını öğretti.
Büyüme sürecinde sevgi verdiğimizi düşünürken özgüvenini geliştirmesini ertelediğimiz çocuğumuza sorumluluk duygusu aşılamak zor olur. Onun yerine hedefleri siz koyarsanız çocuğunuzun hayatını siz yaşarsınız.
"Önüne koyduğum bu yemek bitecek. Senin karnın doyup doymadığına ben karar veririm!", "Üşürsün kırmızı kazağını giy. Sen üşüyüp üşümeyeceğini bilemezsin!". Üniversiteye gidecek çocuğunuzun yanında "Bu kadar masraf yaptık, yemedik içmedik dershaneye gönderdik. Mühendis olacak, mezun olunca bize destek olacak benim oğlum." derseniz, "Sen meslek seçimine bile karar veremezsin. İşte hedef işte sunduğum olanaklar, bizim sözümüzden sakın çıkma, sorumlulukların var kendi yaşantına şekil verirken de bize sor." derken öğrenilmiş yetersizliğimizi farkında olmadan çocuğumuzla ilişkimize taşıyıp mutsuz, özsaygısı, dolayısıyla özgüveni oluşmayan kişilik bunalımında gençler ortaya çıkartırız.
İnsanları sahip olduğu inançlar vardır ve inançlarını değiştirmesi çok zordu (Burada dini inançlardan söz etmiyoruz.). Çünkü onu hayata bağlayan ve hayatı anlamlandıran inançlarıdır. Ben babamı her konuda kayıtsız şartsız dinledim, adam oldum ve tüm çocuklar babalarını dinlemeli sözünden çıkmamalıdır.
İnternet üzerinden bir arkadaşım video görüntüsü göndermişti. Çok ilginçti. Bir kedi, camı olmayan bir kapının önünde bekliyor. İstese camı olmayan bölümden sokağa çıkabilir. Sahibinin gözüne bakıyor ve miyavlıyor kapıyı açması için... Sahibi kapıyı açıyor, dışarı çıkıyor. İçeri girmek istediğinde miyavlıyordu kedicik. Daha önce cam bölme olduğu için hep kapının açılmasını beklemişti. İşte buna öğrenilmiş yetersizlik denir.
Kaygıyı yaratan biziz. Olumlu düşünmeyi biz engelliyoruz. Olumlu düşünce bizi hedefimize götürecek en önemli stratejidir. Beyin yapma, gitme komutlarını –ma, -me eklerini atarak yap, git olarak algılar. Çocukluğumda Beşiktaş’ta Barbaros Parkı'nda çiçeklerin ve çimlerin olduğu bölüme "Çiçekleri koparmayınız, çimlere basmayınız!" diye uyarı yazıları vardı. Çimlerin üzerinde top oynardık, çiçekleri kopartırdık. Günümüzde sloganlar değişti: "Beni koru!", "Yeşil, temiz çevre için el ele", "Dalında çiçek güzel kokar."
Hatırlarsanız karayollarının kenarlarına koca koca levhalara "Trafik canavarı olmayınız!" yazılmıştı. O levhalardan sonra hız yapanların sayısı ile birlikte trafik kazalarının sayısı da arttı. Tüm levhalar kaldırıldı.
Üniversite sınavlarına hazırlanan gençler sokağa çıkmak istediğinde "Geç kalma!" yerine "Erken gelmeni istiyorum." deyiniz. "Televizyon seyretme, test çöz, vaktini boşa harcama!" yerine "Bugün dershanede çok yoruldun; önce bir saat televizyon seyret, sonra da test çözersin." deyiniz.
Genç adaylara ÖSS gerçeğini anlatmak gerekiyor. Siz karşısına geçip "ÖSS adil, demokratik bir düzende eşitlik ilkesine aykırı bir uygulamadır. Yıllardır hem bizi, hem de çocukları eziyorlar; hırpalıyorlar." derseniz üniversite adayı genç olumsuz etkilenecektir. Bu söylemlerinizle ÖSS gerçeği değişmeyecek, hemen her şehirde 5–10 üniversite açılmayacaktır. Biraz daha ileri gidip "Yurt dışında böyle bir uygulama yok, sınav yok, isteyen istediği yerde okuyormuş, çocukları strese sokup hasta ediyorlar." derseniz gençler sınav hakkında olumlu düşünceden uzaklaşacaktır. Stres katsayıları artacaktır. Sınava odaklanması engellenecektir.
Bu düşünceleri sizden değil, çevreden alıp geldiğinde ne yapacaksınız?
ÖSS gerçeğini kabul edeceksiniz. Üniversite sayısının sınırlı olmasından söz edeceksiniz. Yıllardır bu uygulamanın devam ettiğini söyleyeceksiniz. Üniversite giriş sınavına nasıl hazırlandığınızdan çektiğiniz sıkıntılara rağmen nasıl başarılı olduğunuzdan söz edeceksiniz. Siz üniversite mezunu değilseniz çevrenizden bir örnek bulup çocuğunuzun onunla konuşmasını sağlayacaksınız.
"Ben sınava girmek istemiyorum!" veya "Nasıl olsa bir yeri kazanırım veya kazansam da olur, kazanmasam da olur." derse ne yapacaksınız?
Onunla geleceğe bir yolculuk yapınız:
"Kazanamadığında neler mi olacak? Gelecek yıl tekrar üniversite sınavına gireceksin. Bir yıl daha çalışmak zorunda kalacaksın. Acı da haz da faizli borç gibidir. Erteledikçe artar. Zamana ve acıya karşı sabırlı olacaksın. Arkadaşların üniversiteyi kazandığı için kimi aynı şehirde kimi başka şehirlere gidecek. Arkadaş çevreleri değişeceği için doğal olarak seni aramayacaklar, senden uzaklaşacaklar. Onların yepyeni çevreleri olacak. Üniversite kampüsünde cıvıl cıvıl yeni arkadaşları olacak. Kız arkadaşları olacak. Festivallere (spor, kültür, müzik etkinlikleri) katılacaklar, Avrupa Birliği'nin desteklediği Erasmus öğrenci değişimi ile yurt dışında okuma olanağı kazanacaklar, yurt içi ve yurt dışı workshop(fikir üretme toplantıları) çalışmalarına katılarak hem kendilerini geliştirecekler, hem de yeni arkadaşlıklar kuracaklar. Sen yeniden dershaneye tekrar yazılacaksın. Yeni lise mezunları birlikte yarışa gireceksin. Zaman zaman kazanan arkadaşlarla karşılaştığında duyguların ne olacak? Ne anlatacaksın, ne paylaşacaksın?"
Oysa önünüzde kalan 2–3 ayınızı en iyi şekilde değerlendirip bir atak yaparak, hedefleriniz revize ederek sınava odaklanabilirsiniz. Hazza karşı sabır gösterip eğlenceye ayıracağınız zamanı çalışmaya ayırmak size bir soru daha fazla yapma olanağı sunacaktır. Hırslı değil bununla birlikte kararında azimli olmak yani eylem kararlığı içinde olmak bu yarışın sonunda yüzünün güleceğini söylemek genç adayı motive edecektir.
Ahmet Şerif İzgören’in kitabına da adını verdiği "Avucunuzdaki Kelebek" öyküsünü paylaşmak istiyorum:
Zamanın birinde iki kız kardeş varmış; çok akıllıymışlar. Aldıkları bilgiler ve gittikleri okullar yetmez olmuş. Bir gün anneleri onları dağdaki bilge adama götürmeye karar vermiş. Kızlar bilge adamla karşılaşınca sorular sormuşlar ve tüm sorularına doğru cevap almışlar. Önceleri yeni bilgiler aldıkları için mutlu olmuşlar; fakat bir süre sonra sıkılmaya başlamışlar. "Bilgenin bilemeyeceği bir soru bulmamız gerek." demişler. Kızlardan biri bir gün "Buldum!" demiş. "İki elimin arasına bir canlı kelebek koyacağım. Bilge adama soracağım. Avucumdaki kelebek canlı mı? Ölü mü? Eğer 'Ölü!' derse kelebeği serbest bırakacağım; 'Canlı!' derse ezip öldüreceğim. Ne derse desin cevabı bilemeyecek."
Kızlardan biri bilgeye avucundaki kelebeği uzatarak (Lütfen şimdi sizde yapın.Sanki avucunuzda bir kelebek varmış tutun ve öne doğru uzatın. Sakın sıkmayın hemen ölür. Gevşekte bırakmayın hemen uçar, gider. Tuttunuz mu? Ben açın deyinceye kadar açmayın.)
Sormuş:
"Avucumdaki kelebek canlı mı ölü mü?"
Bilge adam cevap vermeden önce uzun süre kızın gözlerine bakmış ve cevap vermiş:
"Senin ellerinde kızım, senin ellerinde!"
Bakın şimdi hayatınız için vereceğiniz kararlara...
Nerede mi?
Açın avucunuzu...
Sizin ellerinizde, tam avucunuzun içinde.
Hangi şehirde, hangi üniversiteyi, hangi bölümü seçtiniz?
İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler...
Bu sizin hedefiniz mi?
Peki, hiç İstanbul’a gittiniz mi? Kazandınız diyelim; nerede kalacaksınız? Kalacağınız yeri gördünüz mü?
Boğaziçi Üniversitesi'ne gittiniz mi?
Bu üniversitede okumanız için ailenizin bütçesi yeterli olacak mı? Burs kazanmayı düşünüyorsunuz? Yeteri kadar hazırlandınız mı? Hem çalışıp para kazanıp, hem okumayı düşünüyorsunuz? Bölüm derslerinin hafta içi dağılımı sizin çalışmanız için uygun mu? Ne iş yapacağınızı düşündünüz mü?
Uluslararası İlişkiler bölümünü ziyaret ettiniz mi? Bölüm başkanı ile görüştünüz mü? Bu bölümden mezun olmuş, iş hayatına atılmış biri ile hiç konuştunuz mu? Hala okuyan 2.sınıf öğrencisi ile konuştunuz mu?
Başarıya giden insanlara bakıldığında esnek olanların hedeflerine ulaştığı görülmüştür. Esneklik hedeften taviz vermek değildir. Hedefe giden yollarda yapacağınız değişlikler kastedilmektedir. Peki, bu A planınız... Bir B planınız var mı? C planınız var mı? D,E,F,....
A planınız olan Boğaziçi Üniversitesi'ne puanınız yetmezse B,C,D,E,F planlarınız neler? Hangi şehirler, hangi okullar, hangi bölümler?
Genç adayınızın görsel temsil sistemi karar mekanizmasında baskınsa mimarlık, iç mimarlık, grafikerlik, güzel sanatların resim gibi bölümlerinde başarlı olacağını biliyor musunuz? Peki, işitsel veya dokunsal temsil sistemi baskınsa... Temsili sistemlerin yanında **** programlarının ve beynin sağ ve sol lob özelliklerini farkında olan bir gencin tercih edeceği bölümler konusunda daha doğru kararlar verebileceğini göreceksiniz. Sizler; anne-babalar ve genç adaylar!
Sizler, hedef koyma stratejilerini dikkate alırsanız;
Sizler kendinizi tanırsanız(temsil sistemler, **** programlar ve beynin sağ ve sol lobları);
Sizler başarının stratejilerini uygularsanız;
Sizler öğrenmenin aşamalarını bilirseniz;
Sizler bilginin yolculuğunu öğrenirseniz başarı size çok yakın...
Ne yaptığının farkında olan sizler, ÖSS'ye hazırlanırken ne müziğin sesinden rahatsız olursunuz, ne de kaygı ve stres duyarsınız.